Büyüt ya da Sat

Yerel seçimleri de geride bıraktık. Görünen o ki önümüzde seçimsiz dört, dört buçuk yıllık bir süre var. Bir seçim sürecini daha geride bırakırken; artık reel kesim için önüne bakma zamanının nihayet geldiğini söyleyebilirim

Seçim ekonomisi

Seçimler; bir ülkenin iktisat politikalarını kökünden değiştirme gücüne sahiptir. Seçim ekonomisi denilen tabirin Türkiye’de kullanımı dünyadan daha geniş kapsamlı ve çift yönlüdür. Dünyada ekonominin seçimlere ve oy verme davranışına etkisi konuşulur. Türkiye’de ise, seçimin ekonomiye etkisi de konuşulur. Çünkü seçim öncesi dönemlerde Türkiye’de iktisat politikaları gevşektir. Ücretlere zamlar yapılması, devlet destekleri artırılması, vergi oranlarının düşürülmesi, ödemelerin ertelenmesi, kredilerin genişletilmesi gibi araçlar seçim ekonomilerinde başvurulan yollardan bazılarıdır. 

Ancak şirketlerimiz açısından seçim ekonomisi süreci; bekleme sürecidir. Seçim sonrasında ülke ekonomisinde dinamiklerin değişip değişmediğini görmek isterler. Gelgelelim geçmişten bugüne tecrübeleri de bu beklemeyi doğrular niteliktedir. Çünkü iş dünyası açısından her yola çıkma kararı izinle başlar. Arsa alımından, fabrika inşa etmeye; bir şirkete iştirak etmekten, bir ürünü ihraç etmeye kadar iş ile ilgili her konu kamu kurumlarının izninden geçer. Dolayısıyla iş dünyası; Türkiye gibi örneklerde her halükarda bürokrasinin yerli yerine oturmasını bekler.

Harekete geçtik, ama yetişemedik…

Bu bekleme süreci bu sefer ülkemizde uzun sürdü diyebiliriz. Seçimlerden tutun da salgına kadar son yedi yılı kapsayan tüm olayları göz önüne aldığımızda bir yatırım yapmanın birincil şartı olan öngörü alanımız, iş dünyası açısından yeteri kadar berrak olamadı. Aslında durmadık ama yetişemedik de…

Özellikle salgın sonrası süreçte tüketicinin patlayan talebine yetişmek için var gücümüzle çalıştık. Ama arzı sağlamak; tüketicinin karar verme süreci kadar hızlı olamıyor. Bugün bile bazı sektörlerde sanayicimizin elinde o dönemdeki talebe yetişmek için aldığı makinaların bazıları açılmadan kutularında duruyor. İşte tam da bu yüzden; bize strateji ve o stratejiyi oluşturmak için berrak bir görü yeteneği gerekiyor.

Günü kurtarma eşiği

Türkiye’de bu “dur kalk”ların beraberinde getirdiği en büyük dezavantaj da bu oldu. Enflasyonun gölgesinde kârlılıklarını artırmaya çalışan sanayicimiz; hep günü kurtarmakla yetinmek zorunda kaldı. Dünya değişirken, teknoloji ilerleyip talepleri ve beklenti eşiklerini yukarıya doğru taşırken, bizim de yenilenmemiz gerçeğinin elbette herkes farkında. Yatırımlarımızın milli hasılamız içinden aldığı payda bir türlü sıçrama gördük diyemiyoruz. Yaptığımız yatırımlarda talebe göre şekillenmek durumunda kalıyor. Çünkü “bakın, biz öyle bir şey yaptık ki, talep buna gelecek” demek yerine, talebe göre üretim yapma sarmalında sıkıştık. Bu da bizi yeri geliyor fiyat kırmaya, yeri geliyor ödeme vadesini uzatmaya, yeri geliyor teslimat süresini kısaltmak için vardiya sayısını artırmaya itiyor. Bunların hepsi ya maliyet ya da gelirden ödün vermek demek. Oysa ki; doğru zamanda doğru yatırımı yaparak talebe yön veren tarafta kalmalıydık.

Sıçrama noktası

Ülkemizin ciddi bir yatırım ihtiyacı var. Sadece değişen dünyaya ayak uydurmak için değil; eskidiğimiz için de var. Hatta teknoloji içeren her sektörün daha da çok yatırım ihtiyacı var. Teknoloji geliştiği kadar artan da bir ihtiyacı var. Globalizasyondan lokalizasyona doğru yönelen dünyada; malını satmak istiyorsan talebe ayak uydurmak zorundasın. Beklentilerin giderek çıtayı yükselttiği ortamda o arenaya girebilmenin yolu başta ARGE yatırımlarından geçiyor. Böyle sektörlerin son dönemde daha da zorlandığına şahit oluyoruz; çünkü finansmana ihtiyaçları var. Yatırım yap demek dile kolay.  Küresel rekabet arenasına girmek için kırdıkları fiyatlar kâr marjlarını giderek düşürmüş; enflasyon bilançolarını bu denli negatif etkilemişken hangi yatırım diyoruz maalesef. Ama böyle sektörler; ayak uyduramadıkları noktada kaybolmaya mahkum olacaklar. Dolayısıyla teknolojisini geliştiremeyenlerin çekilme zamanı yaklaşıyor. Bunu değerli olduğu dönemde yapmalarında fayda var. Çünkü gün; büyüt ya da sat günü artık. “Büyüt ya da sat” kararı da kolay olmuyor. O yüzden bu kararların nasıl veya neye göre verdiklerine ilerleyen yazılarımda ayrı ayrı değineceğim. Bu yazıda vurgu yapmak istediğim; bugüne kadar beklemenin maliyetini tespit etmekti. O beklemenin maliyeti geride kalmak oldu. Zamanı durduramadığımıza göre; ya şirketlerimizi büyütüp erteledikleri her şeyin gerçekleşmesini sağlamalıyız, ya da geride kalanların veda etme vakti geliyor diyebilirim. Çünkü içinde bulunduğumuz dönem; ya sıçrama ya da kaybolma dönemi.

Dergiye erişmek için: https://www.businessweek.com.tr/