Sermayeye Nasıl Sahip Çıkılır?

Kaynağa ihtiyacı olan bir ülke olarak biz, sermayeyi kaçırmamak için mutlak suretle vergi politikamızı gözden geçirmeliyiz

*Dr. Ali Yürüdü

Küreselleşme; dünya ticaretinin yıllar içinde açtığı yolla bir ülkedeki mal, hizmet, teknoloji, bilgi ve hatta kültürlerin ülkeler arası geçişinin kolaylaşmasıyla; ülkelerin birbirine bağımlılığının artmasını tanımlayan bir kelimedir. Dünya yüzyıllar boyunca bu hareketliliği kolaylaştırmak için ekonomik ortaklıklar kurdu ve nihayet günümüzde başarılı oldu. Geldiğimiz noktada ise artık ülkeler; küreselleşmenin getirdiği rekabet ortamından korunmak için çaba sarf ediyor.

Finansal küreselleşme

Finansal anlamda küreselleşmenin ilk dalgası 1980’lerin ortalarında başladı. Ticaretle beraber gelen sermaye hareketliliğinin serbest bırakılması; sermaye kaçışlarının da önünü açtığı için 1980’lerin sonlarında Latin Amerika’da, 1990’larda Meksika’da ve birkaç gelişen Asya ülkesinde o yıllarda meydana gelen ekonomik krizlerden sorumlu tutuldu. Sermayenin liberalleşmesi; küresel finansal istikrara zarar mı veriyor, kaynağı az olan ülkelerin gelişmesine yardım mı ediyor tartışmaları günümüzde hâlâ devam ediyor. Ancak kesin olan bir şey var ki, o da sermaye hareketlerinin bir ülkenin ekonomi politikası açısından oldukça önemli olduğudur. Bu yazıda sermaye hareketlerini kontrol etmeyi bir ülkenin maliye politikası araçlarından vergi aracıyla ele alacağım. 

Kaynağı içerde tutmak

Sermaye ürkektir. Sermaye sahibi vergiyi yük olarak görür. Nitekim küreselleşmenin doğal bir neticesi olarak gerek sabit, gerekse finansal sermaye ülkeler arasında küreselleşme sürecinde daha hareketli hale geldi. Bu hareketlilik; ülkeleri sermayeyi kendisinden kaçırmamak için vergiler konusunda pro-aktif davranmaya; yani sık sık düzenleme yapmaya itti. Bugün gelinen noktada bir ülkenin maliye otoriteleri; vergide adaletten çok; sermayeyi içerde tutmak için kendi ekonomisinin menfaati neyse; o yönde düzenleme yapıyor. Bu düzenlemelerin sıklığı ise dünyada vergi alanında rekabet doğurdu.

Böylece sermaye sahipleri; sermaye kontrolü senaryoları, vergi avantajları, riskini dağıtmak gibi parametreleri göz önüne alarak sermayesini götürmek istedikleri ülkeyi kendi seçer hale geldi.

Vergi cennetleri

Vergi cennetleri; geçmişte bu açıdan sermayedarlar açısından ilk akla gelen adresti. Kısaca vergi cennetlerini tanımlamak gerekirse; şeffaf muhasebe standartlarının ve denetimin olmadığı, diğer ülkelerle bilgi paylaşımı yapılmayan ülkelerdir. Doğurdukları haksız rekabet dolayısıyla geçmişten günümüze ülkeler arasında mücadele edilen yerlerdir. Ancak özellikle gelişmiş ülkelerin liderliği ile sermaye kaybını önlemek adına kendi aralarında yaptıkları anlaşmalardan dolayı seneler içerisinde vergi cennetleri gündemdeki yerini nispeten kaybetti. Onların vergi dolayısıyla sağladıkları bu avantajı ise hukuk sistemine güven duyulan ülkeler kendi lehine çevirdi. Kurumlar vergisinin düşüklüğü, değer artış kazançlarını daha rekabetçi kılmak bu ülkelerin vergi cennetlerinden sermayeyi çekmek için kullandıkları başlıca yöntemler oldu.

Çok bilindik Hollanda örneğini ele alacak olursak; her ne kadar kurumlar vergisinde çok büyük bir avantaj sağlamasa da; değer artış kazançları ve kâr dağıtımlarından stopaj almamasıyla; sadece ülkemizden değil dünyanın birçok ülkesinden sermayeyi kendisine doğru hareket ettirmeyi başarıyor. Bir diğer örnek olan İsviçre’de kurumlar vergisi; kantonlar arasında fark olmasına rağmen yüzde 12-13 gibi düşük bir oranla ülkeye sermaye çekiyor.

Dünyaya yakın olmak ne kazandırıyor?

Verdiğim iki örnekten Hollanda; nominal GSYH’si ile dünyada 11, satın alma gücüne göre 13. sırada. İsviçre ise hem nominal hem de satın alma gücüne göre GSYH’si ile dünyada altıncı sırada yer alıyor.

Bu kadar zengin olan ülkeler; kurumlar vergisinde ve değer artışı kazançlarında yatırımcılara avantaj sağlarken; kaynağa ihtiyacı olan bir ülke olarak biz, sermayeyi kaçırmamak için mutlak suretle vergi politikamızı gözden geçirmeliyiz.

Vergi afları ya da varlık barışı gibi uygulamaların kaynağa sahip çıkma hususunda çok başarılı olduğunu düşünmüyorum.  Bunun üzerine sıkılaşan politikalarımız üzerine bir de 2023 yılında kurumlar vergisini daha da artıran 13 ülkeden biri olduk. Yüzde 25 oranındaki kurumlar vergisi uygulayan ülkemizi dünyayla kıyaslamak gerekirse; dünyadaki 181 ülkenin kurumlar vergisi ortalaması yüzde 23.45 seviyesinde, AB üyesi ülkelerin ortalaması ise yüzde 21.13 seviyesinde bulunuyor. Enflasyonu olan bir ülke olarak bu ortalamalara yakın olmanın bize ne kazandırdığından ise pek emin değilim. Enflasyon olduğu için vergimiz bize göre yüksek olabilir. Dışardan gelen içinde ayrıca pek cazip olmaması da bu seviyenin faydası konusunda bende soru işareti bırakıyor.

Ne yapılabilir?

Sıklıkla ekonomik dalgalanma yaşayan bizim gibi gelişen ülkelerin sermaye çekmekten öte; önce mevcudu koruması ve sermayeyi içeride tutmasının cazip hale getirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Gelişen ülkelerin sermayeyi kendine çekmek açısından yaşadığı en önemli zorluk; belirsizliktir. Öngörü eksikliği, belirsizlik sermayeyi ürkütür kabulüyle; en azından mevcut sermayeyi içeride tutmak temel olarak vergilerle başlayabilir.

Belli bir tutarda sermayesini ülkeye geri getiren iş insanlarına; burada iş yapmalarını kolaylaştıracak, teşvik edecek, sermayesini burada tutmasını cazip kılacak unsurlar üzerinde kafa yormalıyız diye düşünüyorum. Vergi konusu kadar kamu otoritesinin elinde kolaylıkla çözülebilecek bir konu; milli sermayemizin kaçıp atıl hale gelmesinin sebebi olmamalı.

Kaynağın bu denli pahalı olduğu dünyada; milli sermayemizin vergilerden kaçmak için yurtdışında az bir faize tamah ederek yurtdışı banka hesaplarında mevduatta tutulup atıl olması yerine, ülke içinde üretime kaynak olabilmesini kıymetli hale getirmeliyiz. Bunun yolu önlem ve kontrolden ziyade bence teşviklerden geçiyor. Böylece ihtiyacımız olan kaynağı yurtdışından yüksek faizler vadederek geleceğimizden çalmadan; kendi kaynağımızı kendimiz yaratabiliriz.

* Danista Capital Partners Yönetici Ortağı

Dergiye erişmek için: https://www.businessweek.com.tr/