TÜRK ŞİRKETLERİ İÇİN SINIRIN ÖTESİNDEKİ BÜYÜK FIRSAT

Ersel BARLAK / Danista Capital Partners Şirket Ortağı

Şirketlerin ömrü, kuruluşundan itibaren pazar kazanmak, varlığını kabul ettirmek, bunu gelire dönüştürmek, büyümek ve bu büyüklüğü sınır ötesine taşıyarak alanında önemli bir oyuncu olabilme hedefleri çerçevesinde geçer.

 
Bu döngünün bir bölümü büyüme koşullarını doğru kullanarak kendi işini büyütmekle, yani organik büyümeyle geçer. Bir bölümü ise rakiplerini, pazarı ya da kendi hizmetini maliyet avantajı sağlayacak şekilde satın alarak oluşur.
Bazen bir hizmeti dışardan almak yerine kendi bünyenizde taşımanın sağlayacağı avantajlar için bir şirketi satın alırsınız. Bazen bir pazarda tutunmak için kaybedilecek süre uzun ve maliyetli ise pazarı satın alırsınız. Bazen de rakip bir şirket ile güç birleştirme avantaj sağlayacaksa, bunu tercih edebilirsiniz.

 
Koşulların zorlu, finansmanın pahalı olduğu bu gibi dönemler, aslında sermayesi, nakdi ve nakit akışı güçlü Türk şirketleri için yurtdışında şirket satın almak için büyük fırsatlar barındırıyor. Zira faizlerin yükseldiği, dünyada satın alma birleşmelerin yüzde 18 düşüşle 3 trilyon dolar ile 10 yılın en düşük seviyesine gerilediği ortamda satın alınması halinde değer katabilecek birçok şirkete rakipsiz olarak teklif verme imkanı var.
Dünyada şirketler zaman zaman büyüme hikayelerini yeni şirket satın alma yoluyla yazar. Çünkü bir şirketin yatırımı sıfırdan yapıp belli bir noktaya getirmek için harcadığı zamanın maliyeti; satın alacağı şirkete ödeyeceğinden daha pahalı gelebilir. Şirket sahipleri böyle stratejik bir kararı alırken; sektör ve pazar analizi, hedefteki şirketlerin mali tablolarının sağlığı, değerlemesi, maliyeti, coğrafi konumu; eğer başka bir ülkedeyse tabi olduğu yasal hükümler ve regülasyonlar, oradaki işgücü ya da rekabet gibi birçok hususu göz önünde bulundurmalı ve uzun vadeli plan yapmalıdır.

Kim, nasıl bir şirket satın alabilir?

Şirket satın almak gibi stratejik bir kararın beraberinde getirdiği oyun planının pek tabii en önemli parçası finansmandır.  Bir şirketi satın alırken ki finansman tercihleri; ekonomik koşullar, faiz oranları, öz sermaye yapısı gibi faktörlere bağlı olarak değişkenlik gösterebilir. Finansman kaynağını sağlamanın iki yolu vardır. Ya şirket kendi özsermayesini kullanacaktır ya da banka kredisi, tahvil ihracı vb. bir dış finansman kaynağı bulacaktır.

Ancak içinde bulunduğumuz dönem, özellikle Türkiye’de faaliyet gösteren şirketler için özsermayenin güçlü olduğu dönemdir. Çünkü küresel ekonomik koşulları çok basit bir şekilde açıklamak istersek, eminiz ki herkesin ilk söyleyeceği; faizlerin, yani finansman maliyetlerin yüksek olduğu gerçeğidir. Böyle durumlarda şirket satın alma ve birleşme işlemlerinin tamamını adlandıran M&A aktivitesi genel itibariyle zayıflama gösterir. Ancak bu dönemler aslında özsermayesi kuvvetli, nakit pozisyonu güçlü olan şirketlerin fırsat dönemidir. Yani zaman; nakdi gücü yüksek şirketlerin zamanıdır.

Hedefte kim var?

Satın alma iştahı olan nakit zengini şirketler için fırsat kollama dönemiyken, tam aksine faizlerin yüksek olduğu dönemler; hali hazırda yüksek borçlu şirketler için zor dönemlerdir. Yüksek faiz ortamını öngöremeden büyüme hikayesi yazan, bunun için de sermaye yapısını dış finansmanla, yani borçlanma ile yapılandıran şirketler yükselen faiz dönemlerinde ödeme yükümlülükleri artacağı için zorlanabilir. Yüksek borçlu şirketleri; yüksek faiz ortamı gelirlerinden de eder. Böyle şirketler bir yanda ödeme yükümlülükleri altında ezilirken, tüketim de azalacağı için gelirlerinden de olabilirler. İşte böyle zorlu dönemler; yüksek faiz dönemlerinde yüksek borçlu şirketleri satılmaya zorlayabilir. Tüm bu döngü içinden çıkılamaz duruma geldiğinde, hedef şirketler doğmuş olur.

Bir şirket nasıl alınır?

Her şirketin faaliyet gösterdiği ülkelerde doğal bir büyüme sınırı ya da doyma noktası vardır. Yani arz ettikleri ürün maksimum talep noktasına ulaşmıştır ve ötesi yoktur. Buna Türkiye özelinde perakende şirketlerini örnek gösterebiliriz. Mesela bir gıda perakendecisinin kendi adına ürettirdiği white label dediğimiz kendi markasını taşıyan süt, diğer ürünlerine göre daha yüksek kar marjı taşısa bile alıcısı bir yere kadardır. Yani daha fazla süt ürettirip satmaya çalışması anlamsızdır.

Böyle şirketler genelde hem nakit zenginidir, hem de artık doğal büyüme sınırlarına ulaştığı için sıçrama noktası olarak başka ülkelere bakar.  Benzer şekilde büyümesini tamamlamış demir çelik sektöründe faaliyet gösteren nakit zengini şirketleri de yurtdışında şirket arayışı olanlara örnek gösterebiliriz.

Bu kabulle, nakit zengini ve doğal büyüme sınırlarına ulaşmış şirketlerin özellikle Balkanlar, Kuzey Afrika’da Fas, Cezayir ve Orta Asya’da arayışa girdiğini gözlemliyoruz.

Neden bu bölgeler?

Bu bölgelerin tercih edilmesini ise birkaç gerekçe ile açıklamak mümkün. 

Balkan ülkeleri; hem Türkiye’ye yakınlık hem de Avrupa ile ilişkileri sebebiyle büyüme potansiyeli taşıyan pazarlar barındırır. Aynı zamanda gelişmekte oldukları için enerji ve altyapı ihtiyaçları çoktur. Bu büyüme iştahıyla yatırımcılara sunulan vergi avantajları ve lojistik avantajı Balkan ülkelerini Türkiye’den yatırımcıların radarına aldırıyor.

Orta Asya ülkelerinde ise önemli enerji kaynakları bulunuyor. Özellikle doğal gaz ve petrol rezervlerinin yanı sıra tarım ve gıda üretimi için uygun iklim ve arazilere sahipler. Çin, Rusya, Orta Doğu ve Güney Asya gibi büyük ekonomilere komşu olması lojistik avantajı sağlarken, ülkelerin eğitimli genç nüfusu yeni gelen şirketler için işgücü sorununu hafifletiyor. 

Kuzey Afrika’da ise Fas daha çok lojistik konum avantajı ile tercih ediliyor. Açılmak isteyen şirketler burayı merkez haline getirme niyeti taşıyor. Fas; Atlantik Okyanusu ve Akdeniz’e kıyısı bulunurken, yeni yatırımcılara vergi avantajı, gümrük muafiyeti gibi teşvikler sunuyor. Cezayir ise büyük bir ülke olması sebebiyle lojistiğin yanı sıra iç pazar talebini öngörenlerin adresi oluyor.

Biz hedef miyiz?

Türkiye’de başta sanayi olmak üzere şirketler; enflasyona teşne bir ülke olmamız hasebiyle çoğunlukla dış finansmanla büyür. Bunun sebebi; paranın bugün yarın olacağından daha değerli olmasıdır. O yüzden kendi paralarını yatırım yaparken kullanmak istemez ve dış finansmana giderler. Dolayısıyla sermaye maliyetini düşürme isteğiyle şirketlerimiz çoğunlukla borçludur. Yani aslında hedef şirketimiz, faizlerin yüksek olduğu ortamda çoktur. 

Ancak bu yazıda ele aldığımız burada özsermayesine güvenen şirketlerin fırsat kollama dönemi olduğu için,  bu yazıda spesifik olarak bu nitelikteki şirketlerin büyüme hikayelerini kurguladıkları şirket satın alma kararını ve coğrafi hedef belirleme kararlarından bahsettik. Dünyanın her yerinde yatırımcıların davranışları da benzerlik gösterir. Amerika’nın ilk milyarderi ünvanını kazanmış ünlü sanayici John D. Rockefeller’ın “Varlık sahibi olmanın en iyi zamanı kriz zamanlarıdır. Çünkü varlık sahipleri kriz anlarında fırsatları görürler.” sözünü hatırlatarak şimdilik bitirelim. Bir sonraki blog yazımızda konuyu satın alandan alarak, satıcı gözüyle uluslararası yatırımcılara Türk şirketlerinin vaat ettiklerinden bahsedeceğiz.