YABANCI YATIRIMCI TÜRK ŞİRKETLERİNİ NASIL GÖRÜYOR?

Ersel BARLAK / Danista Capital Partners Şirket Ortağı

Bir önceki blog yazımızda Türk şirketleri için uluslararası pazarlarda yapabilecekleri satın alma işlemleri ve bunların bu şirketlere sağlayacağı faydalara değinmiştik. Bu haftaki yazımızda ise Türkiye’nin ülke ve pazar olarak yabancı yatırımcılara ne vaat ettiğini, Türkiye’nin neden yabancı yatırımcıların radarında olması gereken bir ülke olduğunu anlatmaya çalışacağız. 

Lokasyon Avantajı

Sabit sermaye yatırımı yapan her yatırımcının yatırım yaparken stratejisinin ilk kararlarından biri lokasyondur. Türkiye bu anlamda coğrafi konumu itibarıyla eşsiz bir ülkedir. AB, Rusya, Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Orta Asya coğrafyaları Türkiye’yi pergelin destek noktasını baz alarak 3.500 km’lik bir daire çizdiğinizde kapsama alanında bulunmaktadır. Bu da yaklaşık 1.5 milyarlık bir nüfusa ve yaklaşık 25 trilyon dolarlık bir ekonomik büyüklüğe erişiminiz olduğu anlamına gelmektedir. 

Türkiye konumu itibarıyla Kuzey ve Güney Amerika hariç Dünya’nın geri kalan tüm ticaret yollarının güzergâhı üstünde bulunmaktadır. Akdeniz ve Süveyş Kanalı ile Afrika ve Uzakdoğu ile bağlantılıdır. Doğu sınırı Azerbaycan ve Gürcistan üzerinden Orta Asya ülkeleri ve Rusya’ya uzanmaktadır. Karadeniz üzerinden Ukrayna ve Rusya ile bağlantılıdır. Batı sınırında olan Yunanistan ve Bulgaristan üzerinden ise tüm AB ülkeleri, Balkanlar ve İngiltere’ye ulaşmak mümkündür. 

Çin’in dünya ekonomisi ile entegre olma ve başta ABD olmak üzere batı dünyasının ekonomik hegemonyasını kırmak için geliştirmiş olduğu “Bir Kuşak, Bir Yol” Projesinin kara yolu güzergâhının İstanbul üzerinden, deniz yolu rotasının da Akdeniz’de hemen ülkemizin güneyinden geçmekte olduğunu görürüz. 

Tedarik Riskinin Dağılımı

2020 ve 2021 yıllarında tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19 salgını da lojistik konusunun önemini tüm dünyaya tekrar hatırlatmış oldu. Tedarik zinciri yönetiminde yaşanan sıkıntılar, hammadde, üretim ve pazar merkezlerinin birbirine uzaklığı sonucu yaşanan kırılmalar tüm şirketleri kaynak bulma konusunda yeni arayışlara itti. Çin, Hindistan, Vietnam, Tayvan ve diğer uzak Asya ülkelerinde kümelenen dünya imalat sanayisinin hammadde ve pazarlara olan uzaklığı sebebiyle tedarik zincirlerinde yaşanan büyük problemler şirketlere, kaynak çeşitliliğinin ne kadar değerli olduğunu hatırlattı. Türkiye bu anlamda tüm yatırımcılar için güvenilir ve dayanıklı bir tedarik üssü olduğunu son küresel salgın döneminde ispatlamıştır.

Yakın zamanda katıldığım uluslararası bir konferansta batı dünyasını temsil eden bir danışmanın özellikle Çin’e yapılan yüksek montanlı doğrudan yatırımların ve Çin’i adeta dünyanın üretim merkezi yapmalarının aslında ne kadar büyük bir stratejik hata olduğunu Covid-19 salgını ile anladıklarını söylemişti. Tabii olayın politik ve uluslararası ekonomik güç dengelerinde batı dünyasına verdiği zararları da ayrıca vurgulamayı ihmal etmedi. Kendisine göre batı dünyası artık müttefik olarak sınıflandırabileceği ve tarafını seçmesi söylendiğinde, kendisi ile birlikte hareket edebileceğinden emin olduğu ülkelere yatırım yapmalıydı. Bunları söyledikten sonra da iki ülkenin adını saydı. Ona göre bu ülkeler yeni dönemde batı sermayesinin en çok yatırım yapmayı planladığı ülkelerdi. Türkiye ve Polonya. 

Üretimde Çeviklik

Türkiye imalat sanayiinde çok güçlü kaslara ve uzun bir zamanda elde etmiş olduğu bilgi ve birikime sahiptir. Özellikle son dönemde Türkiye ile rekabet eden güneydoğu Asya ülkeleri ile karşılaştırıldığında kalite, zamanında teslim ve tüketim pazarlarına olan yakınlığı ile bir tercih sebebidir. Yakın zamanda yaşamış olduğum bir tecrübe de bu tezimi doğrulamaktadır. Uluslararası bir otomotiv devi belli bazı parçalarının üretimini Türkiye’den Romanya’ya kaydırma kararı almıştı. Romanya’da işçilik kalitesi konusunda yaşadıkları büyük sorunlar sebebiyle üretimi tekrar Türkiye’ye geri getirmişlerdi. Bu bizzat bildiğim ve ilk ağızdan tanıklık ettiğim bir durum. 

Kazanılan Deneyimler

Türkiye’de faaliyet gösteren birçok uluslararası dev sanayi şirketi geçen zaman içerisinde Türkiye’deki varlıklarını derinleştirip kendi ülkelerindeki üretimlerinin bir kısmını da Türkiye’ye kaydırmışlardır. Buna en iyi örnek Mercedes Benz Türk şirketidir. Otobüs ve Kamyon üretiminde Türkiye, şirketin en önemli üretim merkezlerine ev sahipliği yapmaktadır. Yine BASF, Bayer, Renault, Toyota, Hyundai ve Bosch-Siemens Grubu gibi dünya devleri de üretim merkezi olarak seçimlerini Türkiye’den yana kullanmıştır.

Tedarik zincirindeki ürün süreçlerine baktığımızda uluslararası şirketlerin ülkemizde yalnızca üretim yapmadığını, AR-GE merkezi, tasarım ofisi, satın alma birimi, test merkezi gibi üretim öncesi fonksiyonları da ülkemize taşıdığını görüyoruz. Türkiye, üretim sonrası süreçler olan lojistik yönetimi, eğitim merkezleri, yönetim faaliyetleri gibi fonksiyonlar için de yabancı yatırımcılara uygun fırsatlar sunmaktadır. Bu doğrultuda birçok yabancı şirketin ülkemizi bölgesel bir üs olarak kullandıklarını görüyoruz. 

Yapılan bu yatırımları sadece ucuz işçilik ile açıklamaya çalışmak da doğru değildir. Evet, ülkemiz son dönemde bu alanda rekabetçiliğini bir miktar kaybetmiş olsa da, işçilik maliyetlerinde son derece avantajlı bir konumdadır. Bu durum, yatırımcılar açısından göz önünde bulundurulan kriterlerden bir tanesidir. Ülkemiz ayrıca beyaz yaka anlamında da son derece kalifiye ve iyi bir iş gücüne sahiptir. Finans sistemimiz birçok gelişmiş ülkeden teknoloji ve insan gücü kalitesi anlamında ileridedir. Bankalarımız kriz yönetimi, çeviklik ve müşteri taleplerine cevap verme anlamında son derece başarılıdır.

İç Pazar ve Altyapı Avantajı

Türkiye’nin cazibesini artıran ve yatırımcılar açısından önemli olan bir diğer husus da sahip olduğu son derece yeni, modern ve gelişmiş ulaşım ve haberleşme altyapısıdır. Karayolları, limanlar ve havayolu bağlantıları ile Türkiye’den dünyanın herhangi bir noktasına ulaşmak, mal sevk etmek çok kolay bir şekilde mümkündür. Demiryolu ulaşımı ise istenen seviyede olmamakla birlikte son zamanlarda yapılan yatırımlar ile bir gelişim içerisindedir. 

Ülkemizin yabancı yatırımcılar nezdindeki başka bir artısı da kendi iç pazarının da büyük fırsatlar sunmasıdır. Ülkemizi bir ihracat ve üretim merkezi olarak değerlendirdiğimizde, 85 milyonu aşan ve yaş ortalaması 33.5 olan genç bir nüfüs, dinamik ve tüketim alışkanlığı olan iç pazarı da ihmal etmememiz gerekir. Türkiye, IMF tahminlerine göre 2023 yılını 1.15 trilyon dolar GSYH ile tamamlayacaktır. Bu da dünyanın 17. Büyük ekonomisi olması anlamına gelmektedir. Bu anlamda da yabancı yatırımcılar için cazip bir pazar ve yatırım noktasıdır.   

Alternatif mi, ilk akla gelen mi?

Türkiye, yıllar içerisinde hayata geçirdiği reformlarla cazip bir yatırım merkezi olduğu vaadini yerine getirmeye çalışıyor. Dünya Bankası İş Yapma Kolaylığı Endeksi’nde ülkemiz 2006 yılında 155 ülke arasında 93’üncü sıradayken, 2017’de 69’a, 2020 yılında ise 190 ülke arasında 33’üncü sıraya yükselmiştir. Yatırım ortamı açısından en liberal ülkelerden biri olan Türkiye, OECD tarafından yayımlanan UDY Sınırlayıcı Mevzuat Endeksine göre 2003 yılında 0.283 değerde iken 2020 yılında 0.059’a kadar inmiştir. Bu puandaki düşüş yatırımlardaki kısıtlayıcı düzenlemelerin azaldığına işaret etmektedir. Ülkemiz, gelişmekte olan ekonomilerle ve OECD ortalaması ile karşılaştırıldığında liberal bir yatırım ortamı sağlamak hususunda bu istatistiklerden yola çıkarak iyileşme kaydetmiştir.

Sonuç olarak ülkemiz zaman zaman ekonomik zorluklar yaşasa bile, bu dönemleri geçmişte bir şekilde geride bırakabilmiş ve ekonomik dinamizmini hiçbir dönemde kaybetmemiştir. Geliştirilecek yönlerimiz elbette vardır. Ama genel olarak değerlendirildiğinde gelişmekte olan ülkeler kategorisinde bulunan Türkiye, hiçbir yabancı yatırımcının görmezden gelemeyeceği ve yatırım alternatifleri değerlendirildiğinde ilk akla gelen ülkelerden biri olmaktadır.